Bir nisan akşamında
ertesi güne çıkabilirsem havanın kaç derece olduğunu merak etmekteyim. Kış
kadar soğuk değil, yaz kadar da sıcağa hakim değil gibi gösteriyor. Hep merak
ederim nasıl önceden bu kadar farklı tahmin yapabiliyorlar diye ve meteoroloji bilimini içten içe her hava durumunda tekrar
tekrar tebrik ederim. Neyse havanın orta halli olduğunu öğrenmem bir şeyi
değiştirmedi aslında. Çünkü ben hep ince kıyafetler severim. Üzerimde ağırlık
gibi duran bir mont, yünlü oluşuyla pamuk hissi veren bir gömlek ya da boynumu
kaşındıran tepkisi ile kendimden uzaklaştırdığım kazaklar silsileleri. Aslında
ben ince giyinmeyi üşümeyi sevdiğimden seçerim. Kapalı havalar, soğuk rüzgarlar
insanları bir bir evlerine, kapılar ardına savursa da ben ısrarla ıslanmayı,
üşümekten kızaran ellerimin uyuşmasını, tüm hücrelerimle titreyişlerimin
huzursuz tadını, en çok da o sokakların insanlardan sıyrılmasını severim.
Bakmayın bunca hikayeye yalnızlığımı severim diyemiyorum da soğuğu severim kışı
severim diyerek geçiştiriyorum. Ama hakikaten soğuk hava daha samimi gelir
bana. Saklamaz yağışı, tufanı, rüzgarı. Kar yağsa, rüzgar esse ortalıkta
alabildiğine serseriliğiyle kimse şaşırmaz soğuk havalarda.
Karanlık gibidir soğuk
hava. Onun gibi dobra. Karanlığı da severim soğuk gibi. Gözlerim alışmayagörsün
karanlığa, en ufak aydınlıktan kaçarım. Aydınlık yalancı bir çocuk misali
inanılmaz gelir ve karanlık geldiği vakit tüm saltanatı biter aydınlığın. Bir
elektrik gitse hemen bir aydınlık arar insanlar, çünkü karanlıktan korkarlar,
zarar verecek sanırlar. Halbuki en sessiz haliyle bir lal gibi varlığını bile
aydınlığa hediye etmişçesine aydınlığın yokluğu olarak tarif edilir ama aslolan
karanlığın kendisidir.
Bir soğuk, bir de
karanlık…
Hem severim hem de kendime benzetirim.
Kendimden parçalar
bulur benliğime yediririm.
Yalnızlığımda kendime yar
edinir, ıssızlığıma sevinirim.
Çünkü ben biraz soğuk misali
tek başına, karanlık misali geceyim…