14 Eylül 2016 Çarşamba

Naku Penda

"Naku Penda nur-u aynım, naku penda..."
Sevahili dilince...


'Şapka' kitabının mest edici sözlerine karışık cümleleri...
Sevgi dili...


Kimi zaman gözyaşı damlıyor böyle sayfalara. Çünkü sevgi insanı alıp yüceltip fedakârlığa itip bir iki küçük şeyi geçip kocaman sevgileri hediye edeceği yerde sanki sen zaten sevmek zorundasın beni çirkinliğine ev sahipliği yapıyor. 

Sahi nedir çantada keklikmiş gibi davranılan sevgiler, sevgililer...
Bitemez mi?
Dile mi getirmek gerekiyor deniyor bir sevgiyi?

Peki karşıdaki gönül ne bilecek sevildiğini ki sevmeye devam etsin.


Zor diyor susuyoruz.
Sayfalar çevrildikçe içime işliyor sevgim, sevdiklerim, sevilmekliğim...
Bekliyor insan sevilmeyi çünkü insan sevgiyle yaşıyor. Bakın hayata bir çiçek bile sevgiyle büyüyor, sevgi olmadan solmaya mahkum oluyor.


Ama neden korkuyoruz sevgimizi göstermekten. 


Ya giderse?
Ya ölürse?
Bir defa sarılamamanın hesabı, bir defa daha dönüp baksaydım, keşke biraz daha vakit geçirseydim, keşke gözlerine daha çok bakıp sesini kulaklarıma ezberletseydim düşünceleri değecek mi gururumuz için göstermeye değer görmediğimiz çantada keklik bizi sevmek zorunda olan sevdiklerimiz.
Söyleyeyim, 

Kaybedilen kaybettiğiyle kalacak.
Değmeyecek.
Çünkü giden gidecek.

Ve bir daha geri gelmeyecek.
Keşke kaybedebilme ihtimali dahilinde sevebilseydim denilecek.

Ama her şey bitmişliğe yenilecek.

Bu yüzden yalnızlık temalı şiirler eşlik eder yol arkadaşı olarak, yapayalnızlık hüznü sarar etrafımızı. 

Sevgi sadece tek yürek feda/karlığıyla yaşanmazmış... 

Vesselam 



Bahriye Eldemir

25 Ağustos 2016 Perşembe

Merhamet Kokan Çamaşırlar


Böyle kareler bana hep tek bir şeyi hatırlatır : Anne.
Evdeki herkesin çamaşırını yıkayıp asan bir çift el getirir yamacıma. Merhamet kokar çamaşırlar, üzerine kötülükler tozlar huzursuzluklar gitsin diye çırpılır, ve büyük bir özenle kazaklar bir yere, pantolonlar bir yere asılır. Hangisine mandal izi kalmasın diye neresinden asılacağı da bellidir onların kurallarında. Büyük bir ciddiyetle yaparlar, yaşarlar anneliklerini.


Anne.
Sırtında en büyük dağ olur insana. Kim vurmak istese izin vermez bir tek de o vurmaz bilirsin. En çok o sarıp sarmalar, bebeklikten beri o duyar gizli ağlayışlarını. Okulda yediğin dondurmadan görmese bile haberi olan biridir o. Sever gönlünden sevgi taşar, kızsa bile eli kalkmaz. En çok o üzülür her haline, belki de en çok o ağlar. Bir sıkıntıda gelip kocaman sarılır kalbi, evladının kalbi yerine atar.
En güzel zamanlar anne tebessümleri ile değerlenir. En özel zamanlar anne destekleriyle çiçekler misali renklenir.

Ama.

Anne sevmezse kimse sevmez.
Anne dayamazsa sırtını evlada kimseye dayanılmaz.
Anne sarılmazsa hiç bir kol güç bulamaz kalkmaya, başka bir canı sarmaya.
Anne merhamet etmezse, gözler kan misali ağlayışlarını içine akıtır.
Anne giderse kimse kalmaz dünyada.
Anne kalmazsa kimse kalmaz.
Annesizlik kimsesizliktir.
Kimsesizlik sevgisizliktir.


Bahriye Eldemir

21 Ağustos 2016 Pazar

Yüksekçe Bir Tepe

Yüksekçe bir tepenin yolunu gösterin bana.
Yalvarmak eylemini bile elime alırım sadece bir tepede olanca gücümle bağırmak, onca duyuşlara kapalı olan seslerimle gökyüzüne haykırmak ve maviliği gönlüme çağırmak, ses tellerim kopana kadar uzaklara seslenmek ve bir küçük beyaz çiçeğe ağlamak, ağlamak, ağlamak, ağlamak istiyorum.

Yüksekçe bir tepenin yolunu gösterin ki toprağın doyuracağı bir gözü orada nice damlalara kurban etmek, bir adımlık yere yerleşip hiç gelmemek, ve bir çiçeğin narinliğine bakıp kendimi bulup her bir yaprağına sarılmak eylemlerinin can bulmasını göreyim.

Yüksekçe bir tepe gösterin yürümeyle aylar suren içimi, yandıkça daha da kavrulan, gittikçe harlanan, üzerine tuz basılan yaralarımı, hasretimi, şefkatimi, bir türlü sığamadığım sevgimi, kırmızı kaplı defterimi, kalemimi, sevda kokan bir mendili, bir de göz kapaklarıma sinen fotograflarımı alıp gideyim.

Yüksekçe bir tepe gösterin,
Tek başınalığıma beyaz bir çiçeğin yapraklarına kefen diye sarınıp yeni baştan öleyim.

Bahriye Eldemir


Belirsizlik

Küçücük bir şehre sığmayan bir derde, 

Koca bir şehir sahiplense de eksik kalır bir şeyler. 

Denize atmak, atlamak ister her iç sızısı, 

biraz olsun gitmek ister yürekten ötelere.
Bitmez.
Nefesler tükenecektir bir derdin peşinde.
Anlatamaz dil lâl olmuşluğuna, 

anlaşılmaz gönül sevdiklerine.
İçi kahır dolu nice göz yaşı iner denizin diplerine,
Yetmez gökyüzü, bir boğaz bir köprü,

Tutar bir sevdayı çıkarır en yükseklere.
Kimsenin haberi olmaz 

Bir sevdanın karalara bürünüp tüketişlerine.
Susarlar ve izlerler 

Gözlerinin önünde bir yitişi, eriyişi, uzaklaşarak ellerinden kayıp gidişi.
Her satır önemsenmeyen nice duyguyu barındırır 

Oysa ki en ufak bir acı insanı bir anda yerle bir eder de un ufak bırakır.

İstenen nedir?
Bilinmez.
Belirsizlik.

Bahriye Eldemir


8 Ağustos 2016 Pazartesi

Huzur Tanesi

Bir yerlerde saklı duran bir huzur tanesi var. 

Günlerce suya aç yaşayan insan misali,

Bir damla huzur arıyorum kana kana içmek için.
Pencerelerden yansıyan kelimeler, 

Gönlümün kara bulutlarından damlayan yağmur suları ile ıslanıyor. 

Bir zerre huzur arayışı,

Yine damlalara yenikliğinin hüznüyle sonuçlanıyor. 

Bulutlu başlayan günlere güneş çıkması umudu başka baharlara kalıyor. 

İçimin başka ülkelerdeki güneş arayışına hitaben yeni bir yolculuğu başlıyor...
Huzuru aramaktan vazgeçmiyor, 

Fakat ,

Yoruluyoruz... 


Bahriye Eldemir


Eşik Soğukluğu

Eskiyen bir kapı eşiğinde yaşadı ömrümüz aldığı her nefesi. 

Ne bir adım girebildi içeri ne de bir adım gerisinde kaldı hayatın. 

Sevgi bekleyişlerini içeride arayan bir gönül,

Ancak bir çiçek kokusunun rayihasina ancak ulaşır gibi kapıda kaldı.

Dışarısı bir fırtınanın asil yüzünden,

Esercesine hoyrattı.
Gidemedi de giremedi de.
Kapı eşiğinde öylece kalakaldı.
Halbuki anneannesi hep eşiğe oturma derdi karnı agrırmış. 

Başta inanılmayacak cümlelerdi belki,

Ama doğruymuş kelimeleri. 

Biraz eşikte oturmuşluğu gönlünü ağrılara bıraktı.
Gelip geçenin üstüne bastığı bir hale bürünen bir ömür, 

Görünmezliğe sarıldı ve öylece ömrü boyunca oradaydı.
Bir şefkate kurban olurcasına başını uzattığı eşikte hep eksik kaldı.
Koca bir ömür şefkat aradı, sevgi aradı da kimseye anlatamadı.
Her şey o eşikte oturan bir ömrün arifesine ertelendi,
Her şey öylece ahirete kaldı.

Bahriye Eldemir



26 Temmuz 2016 Salı

Sevmek

Sevmeyi bilmiyorsanız nefes alamıyorsunuz demek istiyorum. Sevmiyorsanız çevrenizdekileri, her şeyiniz ancak küçük bir siz ediyor ve tek başına bütün dünyadan ayrılıyorsunuzdur. İtiraf etmeliyim ki seviyor fakat gösteremiyor, söyleyemiyorsanız o en zor olanı. Hissedemiyorsa bir insan kırgın bir kalbin en derin bekçisidir.
İlla hastalandığında, ya da ölüm bir soluk misali uğradığında hissettireceğiniz bir sevgi varsa hiç ziyan etmeyin derim. Evet insan yitirdiğinde bir farkındalığın ellerine düşüyor fakat farkındalık bir mezar taşına etki etmiyor.
Bir çiçekle gökyüzünün mavisine meydan okuyacak kadar huzurludur her yürek. Kocaman kederlere ancak sevgisizliğinin yoksunluğunda düşer.
Bir insan sevgisiz kalıyorsa bir çiçeğin suya olan inancının eksik kalması gibi kuru kalacak, solacak, sararacaktır.
Göstermediğiniz söylemediğiniz sevginizle yormayın gönlünüzü. Çünkü hissedilmediği taktirde bir duygu ancak öylesineliğiyle var olacaktır.
Yormayalım gönülleri, bir çiçeğin kadifemsi yaprağının hassaslığı tadındaki yürekleri.
Ölüm var.
Vesselam.

Bahriye Eldemir



13 Temmuz 2016 Çarşamba

Derinlere Saklananlar

Bir şeyler kaldırılıyorsa ulaşılamayacak kadar yukarılara ve üzerine bir kaç yük misali ağırlık konuluyorsa bil ki erteleniyordur zaman. Halbuki değerine değer katıp ertelemeye en son layık olacak olan da oydu. Çünkü ölümün var olduğu ve insanlara hatta tüm canlılara oluşu her yeni eşyayı birden eskitir, her güzel şeyi bir anda gözden düşürürdü. Ertelememek gerekirdi bir mutluluğu,bir huzuru,bir umudu... 


Bir şeyler kaldırılıyorsa ulaşılamayacak kadar derinliklere bir gönlün bil ki saklanmak istiyordur o ruh. Hiç sesini çıkarmadan yaşamak var olmak huzur bulmak istiyordur.susmak en ağır eylemi olarak can bulan bir kişilik olup çıkıveren bir can saklıyordur içinde. 


Ve bir şeyler kaldırılıyor, ulaşılamayacak kadar içine atılıyorsa bir göğüs kafesinin bilin ki hüzün taşıyordur o beden. Hiç eğilmeden sırtında yoğun bir kaderin yükünü kaldırıyor sessizce onu yaşıyordur. Kelimeleri bir kuş misali hapsederek içindeki kafesin kapılarına asılan esir gibi var oluyordur.

Bir şeyleri ortadan kaldıran, saklayan, içine atan insanlar varsa bilin ki o bilinmek istemiyor. En derinlerinde susuyor. 

Susmanın pençelerinden kurtulamayışlarını lâl oluşuna ödetiyordur.

Bahriye Eldemir

25.06.2016



27 Haziran 2016 Pazartesi

Gecenin Siyahı

Geceye tutturulan hüzünlerin 

sulanmasına dayanamayan harfler çıkagelir uzaklardan. 

Serilir masaya ve yapayalnızlığımızı alıp oturur.

Halbuki siyahtır gece, 

En mutsuzluğa yakışan cinsinden. 

Bir tutamı bile yeter koskoca bir aydınlığı kapatmaya. 

Gözün gözü görmediği hallerden,

zifiri tabirine yakışan bir karanlıktır umutsuzluk.
Umutsuz kalmak siyahtır.
Ve amacı tüm renkleri bir esir almaktır...


Bahriye Eldemir


24 Haziran 2016 Cuma

Kelebek

Bir kelebek gibi uçup gitmek fikri kapı aralarından sızıyor aklımızın derinlerine. Uçmak ve uzak diyarlardaki bir şiirin satır aralarında nefes almak, her şeyi öteleyen herkesten kaçmak çok cazip gelmenin ötesinde yaşıyor. Bir kanatlara sahip olsam düşüncesi o kadar yer ediyor ki zihnimde bir sabah bir kuş olabileceğimi hissediyorum sanki.
Bir çiçeğin yapraklarında yaşamak ve sevgiyi sarı bir taç yaprağında bulmak küçük bir hayat belirtisi hissettiriyor kendinde. İste bu yüzden bir toz tanesi kadar sevgi bile insanı kanatlandıracak kadar dert sahibi yapıp uzak diyarlara davetiye çıkarıyor. Çünkü insanı en çok uzak diyarlar seviyor, uzak diyarlar küçük bir kızın soğukta üşümesi gibi sarıp sarmalıyor. Kelebek olmak düşüncesi zihnimin içinde uçuşuyor ve en uzağa doğru göz kapaklarımın ardından benliğimi götürüyor. Engel olmuyorum bu gidişe ve endişeye. Sadece masmavi bir gökyüzünde bir tutam nefes arıyorum sanki çekmecelerin diplerinde.


Bir kelebek.
Bir gökyüzü.
Bir tutam nefes.
İstediğim sadece bu.

Bahriye Eldemir



22 Haziran 2016 Çarşamba

Çiçekler Gibiyim

Bir pencere önü çiçeği gibiydi benliğim.
İçimin derinlerinde dilsizdim.
Suskunluğum yeşilliğim,
Çiçeklerim toz renginde pembeliğim.
Bir pencere önü çiçeğiydim.
İçime baksanız,
Rengarenklikten uzaklığımla kül gibiyim.
Güneşin ateşinde yanar geçerim.
Nice gitmekler biriktirsem de,
Bulunduğum yer bedenim.
Ürkektir yüreğim
En ufak yağmurdan çekinir,
Bir küçük dokunuşa yenilirim.
Bir çiçek kadar narinim,
Desem de,
En büyük fırtınalara bile dayanır küçük yüreğim.
Sevgi su gibi en çok beklediğim,
Sevmek en derin sevincim.
Bir pencere önü çiçeği gibiydi benliğim.
Yakında ben de toprak olur giderim.

Bahriye Eldemir



Akşehir





Eskimiş Zaman

Eskimiş bir kitabın farklı sayfaları gibiydi insanlar. 

Art arda gelince cümleler aralarında sevgi oluşturdu mu usulca bir hikaye oluştururlar. 

Bir şehrin bir köşesinde aynı paydada buluşurlar. 

Aynı çatıdan yayılır kahkahalar. 

Kimler nereden bilir nerede birleşecek bu yollar. 


Eski bit kitabın farklı sayfaları gibiydik. 

Ve her güne ayrı ayrı anı hediye ederek hikayenin sonuna geldik. 

Yağmurlar rahmet oldu aktı yüzümüze, nice yolları arşınladık. 

Harfleri birleştirdik kelime yaptık. 

Kelimeleri ısıttık israf etmeden cümle haline getirdik. 

Birlikte büyüdük, birlikte güldük, birlikte ağladık.
Mutlulukların çeşit çeşit rengine sarılı hatıraları aldık. 


Beklenen gün geldi.
Zaman bekleyemediğimiz bir vedaya gebeydi.
Cümleleriyle bizi bir kılan bir yıla nokta koymak son vazifeydi.
Ama dostluklar en güzel haliyle yüreklerimizdeydi.

Bahriye Eldemir



12.06.2016
Konya



19 Haziran 2016 Pazar

Kelimelerim

Kelimeler kendini ele verir.
Kelimeler an/ı/ları bir anda ortaya seriverir.
Kelimeler.
Ah kelimeler insanı baştan aşağı ben ederler.
Ne zordur kelimelerle anlaş/ama/mak.
Ne zordur kelimeleri anla/ma/mak.
Kendini anlatamamak kelimelerin suçu mudur, anlatmak insana mı zordur?
Sessizlikten anlaşılmayı beklemek, kelimelere haksızlık değil de nedir?
Konuşmak varken neden susmak gerekir?
Bir kenarda yalnız kalan bir çiçek gibi garip kalır yüreğim kelimelerle sulanmadan.
Kokum bile havaya yayılır benden uzaklaşır anlaşılmadan.
Ben ben olmaktan çıkarım kelimelerim olmadan.
Lakin lâl olur kalırım konuşamam fırtınadan.
Susuşlarımın ağlayışları damlar gönlümün karasından.
Ölüp gideceğiz kendimizi hiç bir zaman anlatamadan.
Hüznümüz sadece bundan.

Vesselam
Bahriye Eldemir
12.06.2016
Konya



10 Haziran 2016 Cuma

Bir Varmış Bir yokmuş :)

Bir varmış, bir yokmuş, 
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellâl iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.
Zamanın birinde küçük çekirdeğimsi bir aile yaşarmış. Bu ailenin bir kız sonra bir erkek sonra bir kız sonra yine bir erkek çocukları ve çocukların yaşları toplamı anne ve babasının yaşları toplamına eşit olmak üzere dört tane çocukları varmış. Bahçelerinde eşit aralıklarla dikili meyve ağaçlarını bir saatte doldurduğu havuz ile iki saatte sulayabilen tek çocuk ve evin en büyüğü kız masalın başındaki “kalbur, tellal ve tıngır mıngır” kelimelerinin anlamını merak edip sözlüğe bakan, hep bilmediği kelimeleri öğrenip hayatında kullanan, eski kelimelerin unutulmasına kızan bir kızmış. Annesinin tozları alması için çağırdığı kız, çoğu zaman kitaplara kendini fazla kaptırır annesinin cümlelerini bile duymazmış. Kafasına bir de pirelerin nasıl berber olabileceği gibi sorular takılınca her zamanki gibi Google Akademikten makale bakmaya başlar tozu, süpürgeyi, evi, işi unutuverecek kadar araştırmacıymış. Tabi bu arada annesi bir yandan kızının okumasına mutlu olsa da ev işlerinin aksamasıyla balkon demirlerine yetişemeyecek boy ölçüsüne sahip diğer kardeşlerden çamaşırı balkona serme işini isteyemeyeceği için bu işi mecburen araştırmacı kızımıza bırakırmış. Kimi zaman perde asma vazifesi de boy sıralamasından ötürü ortada kalır fakat ona ikinci çocuk merdiveni 45 derece açıyla açınca halleder, kızımıza bırakmazmış.
Günlerden bir gün kabakların yeni çiçek açtığı zamanda kızımız yine içme suyu doldurmak için testiyi alıp çeşmeye doğru yol aldığı sırada KPSS’den 87,32 alıp İç Anadolu’da bir yere atanıp hem de bulunduğu yerin doğu görevi yerine geçtiğini annesinden duyduğu komşu kızını görmüş. İpek eşarbının markasını arkasına getirip oralarda olmayan bir ayakkabı giymiş. Aldığı kredinin yüzde kaç faizli olduğunu, ne kadar yıl sonra ödemeli olduğunu bilen ana haber bültenimsi mahallenin köşesindeki bahçeli evde oturan Nazmiye teyzenin bahsettiği kızın otobüslerde sıkıntı çekmemek için aldığı arabanın da yanından geçmiş. Aslında bir bilim hanımı olmak isteyen kızımız çeşmeye gidip su getirme işinden kendini azad edip o süre zarfına kadar memuriyeti düşünmek istemiş. Yanlış anlaşılmasın annesinin sürekli övdüğü o kızı hiç de kıskanmamış. İnternetten sipariş ettiği kitaplar gelene kadar bahçe çapalama işinde babasına da yardım etmiş. Çamaşır ipine yetişemeyecek kadar küçük kardeşlerin tahsil meselesi de derdine dert eklemiş kızın neredeyse ince hastalığa tutunacakken belirtilerini fark edip sabah akşam tok karnına bilmem ne otunu dört dakika kaynatıp ağzı kapalı on dakika bekletip bir dakikada içmiş. Çok şükür iyileşmiş.
Gel zaman git zaman kızımız padişahların gözlüklü mü gözlüksüz mü oluşundan Anadolu’ya göç eden ilk insanın göz rengine, dünyanın hangi kilometrekaresinde kaç tane bitki bittiğinden dağların nereye nasıl uzandığına, tam düşmek üzere olan heceden en uzun paragrafın kaç santimetre olacağına hatta bin bilmem kaç yıl önceki altın bamya ödülünü alan sinema sanatçısının ayakkabı numarasına kadar öğrenmiş. Ve sınava bir hafta kala stres atmak için bütün aileyi babası köye pikniğe götürmüş. Orada soğusun diye ilerideki suya karpuz bıraktığı sırada mutlulukla sınav stresi bile olmayan huzuruyla koyunlarını otlatan bir çobanla karşılaşmış. Çoban kıza , “Dikkat et eteğine basıyorsun, düşebilirsin suyun debisi yüksek.” deyince kız, “Buralar engebeli bir yer büyük baş hayvan yayman lazım yanlış yapıyorsun kitapta böyle değil.” demiş. Çoban da ona “Her şey kitaplarda yazdığı gibi olmaz hanım kız.” demiş. O da “Hayır yeni yayımlanan kitapta bu senenin son verileri bunlar sınava bir hafta kala kafamı karıştırma hem sen nerden bilirsin” demiş. Çoban da “Hayat bilgisi mezunuyum ben, fakat sen bu kadar stres yapma her şey nasip, kısmet.” deyip koyunlarını önüne katıp gitmiş. Kız çok çalıştım ben araba kredisi çekmeme az kaldı tabiki de kazanacağım diye kendi kendine övünürken karpuzu almak için eğilince tam da çobanın dediği gibi eteğine bastığı gibi suya düşmüş, baştan aşağıya ıslanan kızımız bir güzel üşümüş. Engebeli yere kuzeyden gelen rüzgarlı hava dalgası da eklenince diyare olmuş. Sınava kadar ne kadar muz, yoğurt, şeftali yese de her şeyin nasip olduğunu söyleyen çobana sınavdan sonra inanmış. Ve Hayat bilgisi bölümü okumaya karar vermiş.
Günleri haftalar, haftaları aylar kovalamış anne babası kızlarının nasıl yeni bir bölüm okuyacaklarını merak ederken tecrübe sahibi birine sormak akıllarına gelmiş. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Gün turunculuğundan bir ton daha açıklığıyla ağarırken ülkemizin en son sönmüş volkan dağının orta mesafesinde, yamaç yağışlarının çok olduğu yeşilliklerin bol olduğu kuzey paralelleri içinde, yüreğine düşen aşk ateşi misali koyunlarına Pisagorla Hipotenüsün hayatını anlatan çoban bir de bakmış ki uzaklardan bir araba geliyor. “Kızımızın sizin gibi hayat bilgisi okumasını istiyoruz hangi dershaneye gittiniz kaç net yaptınız?” diyerek sorduklarında, çoban gülümsemiş. Sonra anne babaya hayatını anlatmış ve onu bunu boş verip kızlarına ilk görüşte aşık olduğunu söyleyip evlenmek istediğini, bütün hayat bilgilerini kıza anlatmaya da gönüllü olduğunu söylemiş. Kırmızı etin pahalı olduğu şu zamanda çobanlara da aylık maaş bağlandığını bilen baba ayrıca bu kadar da bilgi donanımına sahip bir damatlarının olacağına sevinmesiyle harama girmeden kızını vermiş gitmiş. Kır düğünüyle herkesi çağırıp tören de az yağlı az kolesterollü döner ikramı da herkesi memnun etmiş.
Gökten üç elma düşmüş, biri hanım kızımıza, biri çobana, diğeri de dinleyenlerin başına…
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine… :)

Bahriye Eldemir




9 Haziran 2016 Perşembe

İsmimin Harfleri

İsmimin harflerini çekmece diplerinden, kavanoz içlerinden, elektrik süpürgelerinden, pencerelerden toplarım.
Sayısını bilmeden bir araya getirir sonra ezberlenmiş düzenle yerine koyarım.
Sahiplenemediğim benliğimi bir oraya bir buraya bırakırım.
Tabi sonra anneme hitaben nereye koyduysam oralarda ararım.
Kâh masaların altına saklanır kâh oradan oraya koşarım.
Bir yol mesafesinde kendisizliğime hüküm giydirir aynalardan kendime bakarım.
Dünyanın tüm harflerini sağa sola saçar,
Heceleri bulur bulmaz sevinir, tebessümlere sarınırım.
Ne yapalım dünyayı ahali,
Ne beklersiniz,
İsmimi bile sahiplenemediğim bir insanım.

Bahriye Eldemir

Konya




Hastane Koridorları

Hastane koridorları,

Bembeyaz duvarları,
Temizliğe bürünen yolları,
Bambaşka kokuları,
Dayanılamayan feryatları,

Çaresizlik bakışları,
Kimi zaman sevinç çığlıkları,
Havaya sinen korkuları,
Aşılamayan kalabalıkları,

İle;
Hastane koridorları...



Bahriye Eldemir


6 Haziran 2016 Pazartesi

Kına Işıkları/m

Gece soğuk çıkınca karanlığını giydiğinde üzerine ışıkları kıskandıran güzelliğiyle yıldızlar çıkıyor gönlümün göğüne.
Siyaha renk vermek görevini üstlenir yıldızlar sessizce.
Güzel renkleri seven gönlümün aydınlığı ise güzel insanlar nice yıldızlardan daha huzurlu halleriyle.
Bir anı, rengi ancak huzurla boyandığında sevgiye dönüşüyor, ve en güzel arkadaşlıklar renklerle can buluyor.
Kırmızı biri oluyor, kimisi turuncuya bürünüyor, kimisi yeşili seviyor, kimisi morun bakışlarında kayboluyor.
Ve onlar bilinmezliğin sayfalarında geziniyor hayatıma renk verdiklerinin habersizliğinde.
Nice güzel insanlar biriktirmişim rengarenk balonlar gibi bıraktığım gökyüzüme.
Hepsi ayrı ayrı şükür, ayrı ayrı ferahlik her bir hücreme.
Konuşmaların tebessümlerini saklıyorum ceplerime.
Unutulmaz günlerimin ışığı küçük bir mum misali olsa da,
Uzaklardaki ailemin, en güzel memleketimin, renklerimin, sevgilerimin elime, gönlüme işleyişinin kokusuna kınalanmak zerre zerre.

Bahriye Eldemir



Konya
31.05.2016



Tebessüm Kokulu Çocuklar

Uzaklar diye bir yerden sadece sevgi hissiyle attığımız adımlarımız havadaki kocaman pembeliği takip ederek gelmiş. Çünkü küçük bir huzur varlığının hissi en derinligiyle havaya sinmiş. Masumiyetin ağızda kalan biraz yapay ama çocukluk anılarına sarılı şeker tadını verdiğinde bulduk bu çocukları tebessümlerinin yükseldiği gökyüzünde.
Yaşları itibariyle dünyadan kirlenmemişliğinin parlaklığı ve toprak üzerine oturmaları üzerine de ufaktan bir bakış bırakmaları orada onlarla oturup biraz mutluluk almak isteği doldurdu içimize.
Kalamadık.
Kalmamalıydık.
Ne derdi annelerimiz;
Kalmayın
Bilmedigimiz yerlerde.
Bilmediğimiz kimselerde.

Çocuklardan en bilindik sevgiyi alıp, özlemle aradığımız masumiyete sarılıp bir anlık da olsa geri dönüp tekrar bakıp uzaklaştık.
Yine anı topladık.
Artık gitme vakti.


Bahriye Eldemir



19 Mayıs 2016 Perşembe

Aşka Uçan Kuş

Bir kuş olsam,

Parmak uçlarına konarak,

Nefesimin derinliğine dalarak 

Sevdayı göğsümde soluyarak,

aşkın maviliğine uçsam.


Bir kuş olsam

Bilmesem hiç bir şeyi tanımasam 

Kendiliğimin uzaklarına varsam.

Düşünmek nedir bilmemenin kollarında,

Üşüsem üşüsem de donsam

Soğuğa bir çift kanatla tutunsam.


Bir kuş olsam,
.

Doysam bir tanecik arpayla, 

Bir yudumcuk suyla

Varım yoğum kanaat olsa.


Ve bir kuş olsam da, 

Gözlerim yaşlarla yıkanmasa

Gitsem fersah fersah uzaklara,

Aşk diyip uçsam Aşk'ın huzuruna.


Bahriye Eldemir