Bir varmış, bir yokmuş,
Zamanın birinde küçük çekirdeğimsi
bir aile yaşarmış. Bu ailenin bir kız sonra bir erkek sonra bir kız sonra yine
bir erkek çocukları ve çocukların yaşları toplamı anne ve babasının yaşları
toplamına eşit olmak üzere dört tane çocukları varmış. Bahçelerinde eşit
aralıklarla dikili meyve ağaçlarını bir saatte doldurduğu havuz ile iki saatte
sulayabilen tek çocuk ve evin en büyüğü kız masalın başındaki “kalbur, tellal
ve tıngır mıngır” kelimelerinin anlamını merak edip sözlüğe bakan, hep
bilmediği kelimeleri öğrenip hayatında kullanan, eski kelimelerin unutulmasına
kızan bir kızmış. Annesinin tozları alması için çağırdığı kız, çoğu zaman
kitaplara kendini fazla kaptırır annesinin cümlelerini bile duymazmış. Kafasına
bir de pirelerin nasıl berber olabileceği gibi sorular takılınca her zamanki
gibi Google Akademikten makale bakmaya başlar tozu, süpürgeyi, evi, işi unutuverecek
kadar araştırmacıymış. Tabi bu arada annesi bir yandan kızının okumasına mutlu
olsa da ev işlerinin aksamasıyla balkon demirlerine yetişemeyecek boy ölçüsüne
sahip diğer kardeşlerden çamaşırı balkona serme işini isteyemeyeceği için bu
işi mecburen araştırmacı kızımıza bırakırmış. Kimi zaman perde asma vazifesi de
boy sıralamasından ötürü ortada kalır fakat ona ikinci çocuk merdiveni 45
derece açıyla açınca halleder, kızımıza bırakmazmış.
Günlerden bir gün kabakların yeni
çiçek açtığı zamanda kızımız yine içme suyu doldurmak için testiyi alıp çeşmeye
doğru yol aldığı sırada KPSS’den 87,32 alıp İç Anadolu’da bir yere atanıp hem
de bulunduğu yerin doğu görevi yerine geçtiğini annesinden duyduğu komşu kızını
görmüş. İpek eşarbının markasını arkasına getirip oralarda olmayan bir ayakkabı
giymiş. Aldığı kredinin yüzde kaç faizli olduğunu, ne kadar yıl sonra ödemeli
olduğunu bilen ana haber bültenimsi mahallenin köşesindeki bahçeli evde oturan Nazmiye
teyzenin bahsettiği kızın otobüslerde sıkıntı çekmemek için aldığı arabanın da
yanından geçmiş. Aslında bir bilim hanımı olmak isteyen kızımız çeşmeye gidip
su getirme işinden kendini azad edip o süre zarfına kadar memuriyeti düşünmek
istemiş. Yanlış anlaşılmasın annesinin sürekli övdüğü o kızı hiç de
kıskanmamış. İnternetten sipariş ettiği kitaplar gelene kadar bahçe çapalama
işinde babasına da yardım etmiş. Çamaşır ipine yetişemeyecek kadar küçük
kardeşlerin tahsil meselesi de derdine dert eklemiş kızın neredeyse ince
hastalığa tutunacakken belirtilerini fark edip sabah akşam tok karnına bilmem
ne otunu dört dakika kaynatıp ağzı kapalı on dakika bekletip bir dakikada
içmiş. Çok şükür iyileşmiş.
Gel zaman git zaman kızımız
padişahların gözlüklü mü gözlüksüz mü oluşundan Anadolu’ya göç eden ilk insanın
göz rengine, dünyanın hangi kilometrekaresinde kaç tane bitki bittiğinden
dağların nereye nasıl uzandığına, tam düşmek üzere olan heceden en uzun
paragrafın kaç santimetre olacağına hatta bin bilmem kaç yıl önceki altın bamya
ödülünü alan sinema sanatçısının ayakkabı numarasına kadar öğrenmiş. Ve sınava
bir hafta kala stres atmak için bütün aileyi babası köye pikniğe götürmüş. Orada
soğusun diye ilerideki suya karpuz bıraktığı sırada mutlulukla sınav stresi
bile olmayan huzuruyla koyunlarını otlatan bir çobanla karşılaşmış. Çoban kıza
, “Dikkat et eteğine basıyorsun, düşebilirsin suyun debisi yüksek.” deyince kız,
“Buralar engebeli bir yer büyük baş hayvan yayman lazım yanlış yapıyorsun kitapta
böyle değil.” demiş. Çoban da ona “Her şey kitaplarda yazdığı gibi olmaz hanım
kız.” demiş. O da “Hayır yeni yayımlanan kitapta bu senenin son verileri bunlar
sınava bir hafta kala kafamı karıştırma hem sen nerden bilirsin” demiş. Çoban da
“Hayat bilgisi mezunuyum ben, fakat sen bu kadar stres yapma her şey nasip,
kısmet.” deyip koyunlarını önüne katıp gitmiş. Kız çok çalıştım ben araba
kredisi çekmeme az kaldı tabiki de kazanacağım diye kendi kendine övünürken
karpuzu almak için eğilince tam da çobanın dediği gibi eteğine bastığı gibi suya
düşmüş, baştan aşağıya ıslanan kızımız bir güzel üşümüş. Engebeli yere kuzeyden
gelen rüzgarlı hava dalgası da eklenince diyare olmuş. Sınava kadar ne kadar
muz, yoğurt, şeftali yese de her şeyin nasip olduğunu söyleyen çobana sınavdan
sonra inanmış. Ve Hayat bilgisi bölümü okumaya karar vermiş.
Günleri haftalar, haftaları aylar
kovalamış anne babası kızlarının nasıl yeni bir bölüm okuyacaklarını merak
ederken tecrübe sahibi birine sormak akıllarına gelmiş. Az gitmişler uz
gitmişler dere tepe düz gitmişler. Gün turunculuğundan bir ton daha açıklığıyla
ağarırken ülkemizin en son sönmüş volkan dağının orta mesafesinde, yamaç
yağışlarının çok olduğu yeşilliklerin bol olduğu kuzey paralelleri içinde,
yüreğine düşen aşk ateşi misali koyunlarına Pisagorla Hipotenüsün hayatını
anlatan çoban bir de bakmış ki uzaklardan bir araba geliyor. “Kızımızın sizin
gibi hayat bilgisi okumasını istiyoruz hangi dershaneye gittiniz kaç net
yaptınız?” diyerek sorduklarında, çoban gülümsemiş. Sonra anne babaya hayatını
anlatmış ve onu bunu boş verip kızlarına ilk görüşte aşık olduğunu söyleyip evlenmek
istediğini, bütün hayat bilgilerini kıza anlatmaya da gönüllü olduğunu söylemiş.
Kırmızı etin pahalı olduğu şu zamanda çobanlara da aylık maaş bağlandığını
bilen baba ayrıca bu kadar da bilgi donanımına sahip bir damatlarının olacağına
sevinmesiyle harama girmeden kızını vermiş gitmiş. Kır düğünüyle herkesi
çağırıp tören de az yağlı az kolesterollü döner ikramı da herkesi memnun etmiş.
Gökten üç elma düşmüş, biri hanım
kızımıza, biri çobana, diğeri de dinleyenlerin başına…
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım
kerevetine… :)
Bahriye
Eldemir